Günlük yaşamda evde, işte, okulda ve ilişkilerimizde birçok stres faktörü ile karşılaşır ve belli düzeylerde çatışmalar yaşarız. Bu çatışmaların yaşanması gayet doğaldır. Çatışmaların çözümünde tercih ettiğimiz bilinçli ya da bilinçdışı bazı yöntemler ise sorun yaşamamıza neden olabilir. Kendimizi ifade edebilmek, duygu ve düşüncelerimizi paylaşabilmek, sağlıklı biçimde dışa vurmak hepimiz için çok kıymetlidir ancak gelişimimiz, öğrenmelerimiz, aile, kültür gibi faktörler nedeniyle bu durum her zaman istediğimiz gibi maalesef olamamaktadır. Tam da bu noktada kişi içsel ya da ilişkisel bir sorunun parçası haline gelebilmektedir. Sigmund Freud “İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.” diyerek duyguların ifade edilmesinin önemine çok çarpıcı bir metaforla değinmiştir. Bu yazımızda, çok sık karşılaştığımız problemlerin (küsme, inatlaşma, alınma, suçlama, bahaneler üretme, erteleme, gecikme vb.) arka planını oluşturan pasif agresif kişilikleri ele alacağız.
Pasif agresif kişilik ne demek?
“Çeşmeye gitmem demez ama testiyi kırar da getirir” atasözü bu durumu anlatmaya belki de en uygun deyiştir. İlişki içinde, iletişimde kendisinden isteneni aslında yapmak istemediği halde; dışlanma, suçlanma, eleştirilme vb. kaygılarla reddetmeyip tam tersine kabul ederek üstlenmesi ve sonrasında da yaşadığı içsel çatışmayla bekleneni yerine getirmeyip, karşı tarafı belli bir oranda mağdur ederek öfkesini pasif bir şekilde yansıtmış olur. Tıpkı çeşmeye gitmek istemediğini söylemeyip testiyi kırıp gelen kişinin yarattığı mağduriyet gibi. Bastırılmış, ifade edilmeyen öfkeli, saldırgan duyguların maskelenmiş haliyle düşmanca gözükmeden ortaya konması olarak tanımlayabiliriz pasif agresif davranışı. Kişi, yaşadığı gizli öfkeyi karşısındakine bilinçdışı bir işleyişle yansıtır. Çoğu zaman kendisi de öfkenin ve yansıtmasının farkında değildir.
Pasif agresif kişiliğin oluşumundaki etkenler nelerdir?
Bu kişiliğin gelişiminde de çocukluk deneyimleri kritik öneme sahip. Çocuğun doğduğu aile sistemi, ebeveyn tutumları, evdeki iletişim kalıpları, duygu ve düşüncelerin ifade ediliş biçimleri belirleyici rol oynamaktadır. Çocuğun gelişimi sürecinde olumsuz duygularına nasıl tepki verildiği, bu duyguların evde nasıl yönetildiği ilk öğrenmeleri oluşturuyor. Ailede kızgınlık, öfke, kaygı, korku gibi duyguların ifadesinde yaşanan zorluklar varsa birey yetişkin yaşamında pasif agresif davranışa yönelmeye daha sık maruz kalmakta. Benzer biçimde çocuk yetiştiği ortamda; sürekli öfkeye, ihmale, aşırı kontrole, kızgınlığa, suçlamaya maruz kalmışsa ve ifade yolları geliştiremeyip sessizliği öğrenmişse bu durumda benzer tabloya sebep olmaktadır. Pasif agresif kişiliğin nedenleri net bir şekilde ortaya konmamış olsa da sıkça; dengesiz, kararsız, tutarsız, ihmalkar ve uyumsuz aile tutumlarının bu kişiliğe neden olduğu gözlenmiştir.
Pasif agresif kişilikleri nasıl tanırız?
İç dünyasında yaşadığı agresif duygu ve düşünceleri dışa vuramadığı, ifade edemediği için pasif bir şekilde ortaya koyan çevrenizdeki pasif agresif kişilikleri sıraladığımız bu özelliklerle tanıyabilirsiniz:
Küsmek ilişkilerde en sık karşılaştığımız sorunlardan biridir. Öfkesini, kızgınlığını, sitemini dile getiremeyen pasif agresif kişi küsmeyi tercih eder. İletişimi keserek, sessiz kalarak, yok sayarak bir biçimde karşısındaki kişiyi cezalandırdığını varsayar ve bu yolla öfkesini bir miktar pasif bir biçimde serbest bırakır ve geçici süreliğine de olsa rahatlar.
Pasif agresif kişilere nasıl davranmalıyız?
Kendinizin pasif agresif davranışları olduğunu gözlemliyorsanız da şunları yapabilirsiniz:
Pasif agresif kişiler nasıl tedaviye yönlendirilmeli, tedavideki yaklaşımlar nelerdir?
Amerikan Psikoloji Derneği tarafından dünyanın dört bir yanından bilim adamları ve uzmanların önerisi ile 'psikolojik rahatsızlıkların tanılanması' amacıyla hazırlanan DSM’de “pasif agresif kişilik” artık kişilik bozukluğu olarak tanımlanmamaktadır. Bu durumdan mustarip olup destek, değişim talebinde bulunan kişilere az rastlanır. Pasif agresif kişiler genellikle ya çift, aile terapilerinde bir diğerinin yönlendirmesiyle terapiye gelirler ya da başkalarını şikayet etmek ve ne kadar mağdur olduğunu göstermek için gelirler. Terapiye, problemlerin kaynağının kendisi ya da davranışları olduğu düşüncesiyle nadiren başvururlar. Psikodinamik, bilişsel, davranışçı ve destekleyici terapilerle gayet olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Terapilerde; kişinin yaşadığı durumun tanımlanması, ilişki kalıplarının belirlenmesi, hayatı ve kişinin başına gelen olayları değerlendirme biçimi, kendini ifade yollarının gözden geçirilmesi, problem yaşadığı durumların neden ve sonuçlarının araştırılmasına odaklanılmaktadır. Terapilerle birlikte kökleşmiş sorunlar için dahi çoğu zaman olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Sorunun kaynağının çocukluğa dayanmasından ve ilişkilerdeki yerleşikliğinden genellikle uzun soluklu terapilere ihtiyaç duyulsa da kişinin terapi sürecine gönüllü katılımı, sorumluluk üstlenmesi, eş, aile ve çevrenin olumlu desteği gibi faktörlerle iyileşme ve değişim süreci bazen de çok daha kısa sürelerde gerçekleşmektedir.
Psikoterapist Şamil Saribaş