2 dakika okundu
25 Jun
25Jun

“İyi bir soydan gelmeyi isteriz. 
Ancak bunun onuru atalarımıza aittir.” 
Plutarch 

1967 yılında yapıldığı iddia edilen “Beş Maymun Deneyi” grup normlarının oluşması ve öğrenilmiş çaresizlik konularında oldukça aydınlatıcı bilgiler verir. 

Deney oldukça basittir: Bir kafese beş maymun koyulur ve tepeye bir hevenk muz asılır. Maymunlardan herhangi biri muza ulaşmak istediğinde tüm maymunların üzerine tazyikli su sıkılır. Maymunlar karınlarını doyurmak için birçok kez muzu koparma girişiminde bulunurlar ve her defasında tazyikli suya maruz kalıp korkarlar. Ta ki muzdan uzak durmayı öğrenene kadar… Deneyin ilk kısmı başarı ile tamamlanır. Bu akıllı beş maymun deney koşullarına uyum sağlar, canları çok istese de bu yiyecekten uzak durarak güvenli ve kontrollü bir yaşama geçerler. Deneyin bundan sonraki kısmında artık maymunlara tazyikli su verilmez. Dolayısıyla maymunlar için muza ulaşmanın önünde hiçbir engel kalmamıştır. Fakat maymunlarımız bir daha bu yiyeceklere yaklaşıp şanslarını denemezler bile. Bundan sonra maymunlardan biri alınıp, yerine yeni bir maymun koyulur. Yeni maymunumuz iştahla muza yaklaştığında tazyikli suya maruz kalan diğer dört maymun tarafından hırpalanır ve bu talihsiz durum birçok kez tekrarlanır. Ta ki yeni maymun da diğerleri gibi bu meyveden uzak durmayı öğrenene kadar… 

Deneyi yönetenler diğer dört maymundan birini daha kafesten alır yerine yeni bir maymun koyarlar. Yeni maymunumuz da heyecanla muza atıldığında kendisinden önceki -tazyikli suya hiç maruz kalmamış- maymun dahil diğer dört maymun tarafından şiddet görür. Bu işlem deneyin birinci aşamasındaki ıslanan maymunların birer birer değişmesiyle kafeste tazyikli suyla ıslanmış maymun kalmayana kadar devam eder. Artık muza ulaşmanın önünde (tazyikli su) hiçbir engel bulunmamasına ve bu yaşantıya maruz kalan hiçbir maymun kalmamasına rağmen kafesteki hiçbir maymun bir diğerinin muza uzanmasına izin vermez. Bir süre sonra da muzu elde etmeye yönelik hiçbir girişimde bulunmazlar. 

Kafesteki tüm maymunlar sebebini bilmedikleri halde muza ulaşmanın yanlış ve tehlikeli olduğu yönünde bir inanı geliştirmişlerdir. 

Tıpkı bizler gibi: 

“Yeni evli kadın masaya kızarmış but getirince, kocası niçin butun uç kısımlarını kesmiş olduğunu sorar. Kadın, ‘Annem de hep böyle yapardı.’ diye yanıtlar. Bir başka zaman kayınvalidesi uğradığında damat ona niçin etlerin uçlarını kestiğini sorar. Aldığı yanıt ilginçtir: ‘Annem de böyle yapardı.’ Bir başka gün büyükanne geldiğinde aynı soruyu yönelttiğinde şu yanıtı alır: “Tavaya sığdırabilmenin tek yolu buydu.’” (Muriel James) 

Yemek yapma şeklimiz gibi basit alışkanlıklarımızdan tutun da sahip olduğumuz inanılar ve aile mitleri de aynen bu şekilde oluşur. Kuşaklar önce ailemizin maruz kaldığı savaş, göç, hastalık, ölüm vb. travmaların etkisi bize ve bizden sonraki kuşaklara genetik geçişlilik varmışçasına aktarılır. Bu aktarımlar sonucunda dahil olduğumuza inandığımız (inandırıldığımız) ekonomik seviye, meslek grubu, köken, inanç ya da dünya görüşüne göre dış dünyadaki “ötekiler” belirlenir. Böylece bizden olan ve olmayanlara karşı görünmez yasaların güdümünde pozisyon alırız.

“Bizde aile bağları çok güçlüdür, birbirimize çok düşkünüzdür.” 

“Anne tarafı ile pek görüşmeyiz, onlar çok kıskançtırlar.” 

“Bizde o grupla evlilik yapılmaz.” 

“Onlar bize göre daha gelenekseller.” 

“Bizden hep mühendis çıkar. 

-Siz bizim gibi değilsiniz, aile bağlarınız çok zayıf. 

-Bizim bağlarımız zayıf değil, siz birbirinizle çok yüz göz oluyorsunuz. 

“Ben ailede diğerlerine göre daha sessiz ve söz dinleyenimdir.” 

“Ailenin isyankar, kötü çocuğu benimdir.” 

… 

Bu yasaları ve ilişki kurma şekillerini sorgulayıp revize etmemiz oldukça güçtür. Çünkü ailemize merhaba dediğimiz andan itibaren -kafese sonradan alınan maymunlar gibi- kendimizi kurallarını geçmişte yaşanan olayların belirlediği bir oyunun içinde buluruz. Alacağımız roller ve bu rolleri oynarken uyacağımız kurallar tek ve değişmez bir gerçekmiş gibi ailemizin diğer “mağdur” üyeleri tarafından kabul ettirilir. Bu kabul ettirme süreci sevgi, şefkat, bakım verme, övme ya da onaylamadan geçer. Kuralların aksine bir şekilde davrandığımızda ise deneydeki gibi şiddet gösterme, cezalandırma, aşağılama ya da verilen sevgi, şefkat ve bakımın geri çekilmesi yoluyla kendimize geliriz! 

Yöntemler faklı olsa da yasalar aşağı yukarı benzerdir: 

En önemli şey tepedeki muzu muhafaza etmektir(!): “En önemli şey bir iş sahibi olmaktır. En önemli şey evlenmektir. Herkes yerin dibine batsın. Herkese iyi davran. En önemli şey bankada paranın olmasıdır. En önemli şey kendini sevdirmektir. En önemli şey herkesin önünde olmaktır. En önemli şey borcuna sadık olmaktır. En önemli şey başkalarınca kandırılmamaktır. En önemli şey anne babanı sevmektir. En önemli şey bağımsız olmaktır. En önemli şey eşine olan görevlerini yerine getirmektir. En önemli şey başkalarını memnun etmektir…” (Muriel James) 

Bu inanılar öyle içimize siner ki, kendi özgür irademiz ile davrandığımızı düşünürken kimlerle ne şekilde arkadaşlık kuracağımız, aile içindeki söz hakkımız, seçeceğimiz meslek, yapacağımız iş ve evleneceğimiz kişiye kadar geniş bir belirlenmişliğin güdümünde seçimlerimizi (?) yaparız. 

Bu kurallar ne kadar katı ise kendimizi o ölçüde sıkışmış, öfkeli ve de bıkkın hissederiz. Hayatımıza dahil ettiğimiz kişilerin kendi dünya görüşümüze uygun davranmasını hatta aynı şekilde düşünmesini isteriz. Farklılığını deneyimlediğimiz her ortamda diğerini tutarsızlık, acımasızlık, adaletsizlik ile suçlar, maymunlar gibi alaşağı ederiz. Gücümüzün yetmediği yerde doğal sınırlarımıza ulaşır, daha az kişi ile daha kısıtlı yaşam deneyimi içinde döner dururuz. 

İçimizden çok azı bu görünmez yasaların gerçek yaşama uymadığını fark ederek yeni bir yol arayışına çıkma cesareti gösterebilir. Çünkü bu uzun yol: “Başka türlü de yaşayabilir miyim?” gibi muhteşem bir soru ile başlar. Ardından yol haritasını çizecek sorularla devam eder: “Hayatımda önemli olduğunu düşünüp ona göre yaşadığım ancak ayağıma bağ olan bu değer, bu görünmez yasa bana nereden geldi? Sorgulayıp deneyimleyerek mi yoksa boyun eğerek mi edindim?”, “Bu yaptığım seçimleri itaat olarak da değerlendirebilir miyim?”, “Başka türlü davranabilir miyim?” 

Bu sorularına cesurca cevaplar vermek, ardından hem içimizdeki hem de dışımızdaki muhalefete göğüs gerebilmek, yeniden öğrenmek, öğrenileni denemek, yanılmak, yanılmayı hoş görmek, yeniden öğrenmek ve tekrar yeni sorular sorabilmek… 

Başlangıçta yalnız çıkılan bu yol yeni karşılaşmalarla, yol arkadaşlarıyla kalabalıklaşacak, bize yaşamamız için sunulan kafesin kilitleri açılarak dünya geniş bir yuva haline gelecek.

Sağlıkla…

Psikolog Gülşah Öncü
24.06.2021
Gölcük

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.