Rüzgar saçlarını karman çorman etsin, yer gök birbirine karışsın, salıncağı bulutlara kadar ulaşsın isterdi oysa…
Dedesinin elinden sıkıca tuttu. Koca koca caddeleri aşarak Cebeci Dörtyol’daki minik parkın gölgeli bir köşesinde onu bekleyen salıncağına koştu. Şimdi çocuk olma zamanıydı. Çocuklar kendi kendilerine sallanmayı bilmezlerdi çünkü.
Heyecanla oturdu o dikdörtgen tahtın üzerine. Bir iki minik kıpırdamadan sonra dedesinin desteğiyle ayakları yerden kesildi. Salıncak hızlanmaya başladı. Saçları havalandı... Pamuktan bulutlara yakınlaştı (bulutlar zaten pamuk değil de nedir ki). Başı gökyüzüne değsin diye boynunu uzattı. Tam gökyüzüne ulaşacağı sırada ağzından her zamanki gibi “Dede tamam,” sözleri döküldü.
Oysa dedesi güçlü kuvvetli, o çelimsiz bir çocuktu.
Dedesinin salıncağı itmeyi bırakışını içindeki coşkunun azalması takip etti. Salıncak yavaşladı, gökyüzü çok uzağında kaldı.
Ve yeniden hızlanma, yeniden çocuk olma hissi, rüzgarı tüm iliklerinde hissettiği an coşkusunu yarıda kesen yine “Dede tamam!” cümlesi…
Rüzgar saçlarını karman çorman etsin, yer gök birbirine karışsın, salıncağı bulutlara kadar ulaşsın isterdi oysa…
Günlük park gezisi sona erdi. Yolda adımlarını yakalamaya çalıştığı dedesi, ablasının, salıncakta sallanırken “Dede daha yukarı, daha yukarı,” deyişiyle kendisini ne de çok yorduğundan bahsetti. Ablası gibi değildi, aferindi ona, dedesini yormuyordu hiç.
Oysa dedesi güçlü kuvvetli, ablası ondan dört yaş büyük; kendisi yaşıtlarının arasında kaybolan zayıf bir çocuktu.
Dede ona saçların bulutlara karışmadan büyü dedi.
Dede ona varlığın ağır, yük etme dedi.
Diğerleri de yükümüz bize ağır, varlığını hissettirme dedi.
Altı yaşındaki o minik bedenini sığdıracak yer bulamadı…
O bir Tüy Çocuk oldu…
***
Elleri büyüdü, kocaman oldu… Salıncağı iterken minik kızının kumral saçlarının, akşamın pembe grisi içinde bulutlara karışmasını ferahlıkla izledi. Sevinç çığlıkları, bu görsel şölenle birlikte içindeki o boşlukta yankılandı. Salıncaktaki bu minik bedenin ağırlığını hissederek, kızını bulutlara emanet edip aldı. Ağırlığı avuçlarında, kollarında, ayaklarında, başında, her bir hücresinde hissetti.
Şimdi de saçları pembe gri bulutlara uzanan kız oldu. Hem kızını hem Tüy Çocuğu uzun uzun salladı. Sonra da tanıdığı, dinlediği, eşlik ettiği, okuduğu tüm tüy çocukları sırayla bindirdi salıncağa.
**********
Tüy çocukları yalnızca tüy çocuklar tanır. Onlar çocuğu çocuk yapan ne varsa azalttıkça, hafifledikçe kıymetlenir, fark edilirler. Küçüldükçe, azaldıkça çoğalırlar.
Evdeki varlıkları ile yoklukları birdir, onlar gibi on çocuk olsa bakılır, olgundurlar, ağızları var dilleri yoktur, onlar hanım hanımcık, bey beyciktirler. Sözden çıkmaz, gözden kaybolmazlar.
Doğanın içlerine koyduğu merak, deneme, tercih etme, reddetme, isteme, ısrar etme, zorlama haklarını hiç kullanmadan uyumlanırlar yetişkinler dünyasına.
Kendinden bilirdi, tüy çocuklar da başlangıçta çocuktular. Ellerindeki dilekçeler yetkili bir makamı bulamadıkları için birer paçavraya dönüşmeden önce çokça denediler. Bir zaman sonra da istemeyi unuttu tüy çocuklar.
************
Sallamaya devam etti. Salıncağa oturan her tüy çocuğu teker teker tanıdı Tüy Kadın.
Her tüy çocuk önce “Yük olmaz mıyım?” diye sordu. Öyle tanıdıktı ki bu tereddüt Tüy Kadın için. Her birine teker teker “Sen çocuk ol, sadece iste!” dedi. Emanet etti rüzgara, savurdu gökyüzüne onları.
“Bana sallanmayı öğret,” dedi ürkekçe bir tanesi. “Bugün ben varım,” diye cevap verdi. “Sen tadını çıkar bedenini birine emanet etmenin.”
“Ya kolların ağrırsa?” dedi başka bir tüy çocuk. “O zaman söylerim,” dedi Tüy Kadın, “Ben artık büyüdüm.”
Sıra uzadıkça uzadı. Akşamın karanlığına kalmasınlardı… “Siz büyüyene kadar hep geleceğim,” dedi. “Sonra kendinizi sallamayı öğrenecek, varlığınızı ve ihtiyaçlarını keşfedecek, kendinize eşlik edeceksiniz.”
Kızını aldı kumların arasından, bir eliyle kızını, diğeriyle Tüy Çocuğu tuttu. Kızına döndü: “Bu akşam,” dedi, “Benim canım koccaman bir dondurma yiyip tembellik yapmak istiyor, istersen bir kase de senin için hazırlarım…”
Yüzünü yıldızlara döndürdü, rüzgar saçlarını sevdi, yanaklarındaki sıcaklığı aldı. Birazdan evde olacaklardı…
Sağlıkla…
Psikolog Gülşah ÖNCÜ