2 dakika okundu
11 Jul
11Jul


Kendimizi daha çok sevdiğimizi söylediğimiz halde, neden çoğu zaman diğerlerinin düşüncelerine kendi düşüncelerimizden daha fazla önem/değer veririz ki? Benim düşüncem, benim sevgim, benim kararım diye meydan okuyamaz mıyız çevremize? Kendini beğenmiş, ukala, çokbilmiş, narsist diye yaftalanmaktan mı çekiniyoruzdur? Peki, şimdilik son soru: kendini sevmenin ve diğerlerinin düşüncelerini önemseme, dikkate almamızın bir ölçütü var mı, olabilir mi? Bu sorulardan hareketle, narsisizm teması üzerinden ‘kendini sevme’ meselesine değineceğiz bu hafta- sağlıklı ve sağlıksız olan halleriyle.

Birine hayran olmak, sevmek, istemek, arzulamak ve bu duyguları yaşamak hayatın bir hediyesi bizlere. Bu duygular bir de karşılıklı ise hayat çok daha güzeldir ve hatta kendimizi şanslı kişilerden sayabiliriz. Sevmeyi, sevilmeyi hayatla tanıştığımız daha ilk günden itibaren annemiz veya ebeveynlerimizden öğrenir, keşfederiz. Zamanla aşkı da keşfeder ve belki de aşka düşeriz. Âşık olma hali; eksikliğimizi fark etmek, kabul etmek ve tamamlanmak için elmanın diğer yarısına kavuşmayı istememizle vuku bulan bir hal olarak tanımlanabilir. Daha çarpıcı bir ifadeyle; âşık olmak kendine yetememektir.

Kendimize yetemeyişimiz, âşık olmamız; tıpkı kendimizi sevmemiz gibi özünde sorun olmayan hallerdir. Ne var ki kendimizi sevmek kolay olandır, zor olan ötekini sevmektir. Bu haliyle de sağlıklılığın ilk adımı olarak, ötekini sevmeye başlamayı bir ölçüt alabiliriz. Bu da, ilişkiyi karşındakinin oyununa katılmak olarak tanımlayarak somutlaştırılabilir. Oyunu ‘kurallarına’ göre oynadığımız ve oyunda kaldığımız sürece de sorun yoktur denebilir. İşte tam bu noktada da, TDK’nın ‘özseverlik’ olarak dilimize kattığı ve çoğu zaman yanlış yorumlanan narsisizm konusuna giriş yapabiliriz.

TDK, narsisizmi ‘Kişinin kendi bedensel ve ruhsal benliğine karşı duyduğu hayranlık ve bağlılık, narsistlik’ olarak tanımlamış. Tanım, kulağa gayet makul ve hoş geliyor; özseverlik de çok olumlu. Ancak kelimenin günlük hayatlarımızdaki yaygın kullanımı daha ziyade olumsuz tınılar barındırıyor; adeta özseverlik kötü bir şeymiş gibi.

Başlangıç olarak, narsisizm ile narsistik kişilik bozukluğunun farklı durumlar olduğunun altını çizmek gerekir. Tıpkı düzenli olmak ile simetri konusunda yaşamınızı kendi ve çevreniz için cehenneme çevirmiş olmak arasındaki farka benzetebiliriz. Birinde yaşamı kolaylaştırma, güzelleştirme çabası varken; diğerinde ise kaos vardır.

Buradan hareketle de; hayatı oyun olarak tanımladığımızda ve yakın ilişkiler de farklı birer oyunsa, narsistik kişi ‘oyunbozan’ tavrında davranan kişidir denilebilir. Narsist; bana ne diyecektir, sana ne diyecektir; beni bağlamaz, siz işinize bakın, hepsi benim, en çoğu benim, en çok ben hak ettim, siz kimsiniz, siz kim oluyorsunuz diyendir. Fi dizisini izleyenlerimiz gözünde ‘en çok ben çalıştım, en çok ben hak ettim’ diye sitemler savuran Duru Durulay karakterini canlandırabilir.

Narsisizm ismini Yunan mitolojisindeki Narkissos efsanesinden alır. Kendine âşık olur ve tanrılar tarafından cezalandırılıp, kendi kendini yok eder Narkissos. Kendi bedenine âşık Narkissos suretini ilk gördüğü göldeki yansımasına hayran olup, günlerce bakar ve sonunda yansımasına kavuşmaya çalışırken suda boğulur ve ölür. Ölümüne neden olan efsane, bir lanetlenme (cezalandırılma) hikâyesidir aynı zamanda. Narkissos kimseyi sevmediğinden tanrılar ‘başkalarını sevmeyen kendini sevsin!’ diyerek onu lanetler ve bu hazin sonu yaşar.

Narsist kişinin sorunu, kendini çok sevmesi değil, yukarıda da değindiğimiz gibi başkalarını sevememesidir. Diğer taraftan narsist kişi kendini çok sevdiği için değil, kendini olduğu gibi sevemediğinden (kabul edememek) sorun yaşar. Sonucunda da kibire, büyüklenmeye, aşağılamaya başvurur. Narsistle yaşanan sağlıksız ilişkide narsist; hor görür, hakaret eder, taciz eder, aşağılar, şiddet gösterir, sömürür, kontrol ve manipülasyonla birlikte bilumum kötü hissedişe neden olur. Narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişiler sürekli ve her zaman haklı olma duygusunu taşır. Kişi bir bakıma kendi elinde olmayan durumunun mağduru ve aynı zamanda destekçisidir. Narkisos’un ön kamerası olan, yüksek piksel gücüne sahip akıllı bir telefonu olsaydı her gün bir –belki çok daha fazla- öz çekim yaparak yok oluşunu uzun bir süre erteleme imkânı elde edebilirdi belki de!

Oysa sağlıklı narsisizmde, psikoterapist Craig Malkin’in ifade ettiği gibi, “Narkissos’un pırıltılı havuzunu ziyaret edebiliriz ama kendi yansımamızın peşinden asla havuza dalmamalıyız”. Sağlıklı ilişkide de, sınırlara saygı, sevme – sevilme, değer verme – değer görme, arzulama – arzulanma ve hem kendi hem de ilişkinin sağlıklı büyümesine imkânlar ve maksimum iyi hissediş vardır.

Son olarak, toplumumuzun önemli kültürel kodlarından biri olan diğerkâm olmaktan (özgecilik) bahsetmekte fayda var. Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına faydalı olmaya çalışmak diye tanımlanıyor özgecilik. Mümkün mü sizce? Felsefi bir tartışmayı beraberinde getirecek bir soru olmakla birlikte aslında günlük yaşantımızda güzel örneklerini görebiliyoruz. Ortak acı yaşadığımız Soma faciasından hatırlayacağınız replik ‘çizmeleri çıkarayım mı?’. Genç maden işçisi ile yapılan röportajda neden böyle söylediğini o anda ne düşündüğünü şöyle açıklıyor: ‘daha ağır olanlar olabilir, başını belki oraya koyacaklar acil olarak, şey olmasın (sedye kirlenmesin) diye çizmeleri çıkarmaya çalıştım’.

Çıkar gözetmeden diğerlerini düşünmek, kendimizi düşünmek (sevmek) ve diğerlerini düşünmemek, yalnızca kendini düşünmek. Üç ayrı varoluş biçimi. Hepsi de insan olmaya dair. Ne var ki önceki yazımızda da değindiğimiz gibi, olaylar ve kişiler karşısında sempatik olmak yerine empatik olmayı tercih etmek, daha az yükle yolumuza devam etmemize imkân tanıyacaktır.

Narsist kişinin ya da diğer bir deyişle kendini sağlıklı sevemeyen kişinin sorunu bir bakıma mükemmel olmaya çalışması, olamadığını görmesi ve bunun faturasını çevresindekilere yansıtmasıdır. Sürekli çok özel ve en iyi olmakla çok kötü olmak ve belki hiç olmak arasında gidip gelir. Sonucunda da çevresine yaydığı tüm kötülük bu sancının sonucu olmaktadır.

Peki, ne yapmalı sorusuna bir son sözle cevap vermek gerekirse: mükemmel olmak, en iyi olmak (en iyi anne, baba, evlat, eş, öğretmen, elaman, patron, müdür, cerrah, v.d) yerine ‘yeterince iyi’ olmaya çalışmamız ve kendimiz sevmekten, beğenmekten korkmayarak iyi ve yeni bir başlangıç yapabiliriz.

Psikoterapist Şamil Saribaş

11.07.2019

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.