1 dakika okundu
01 Nov
01Nov

"Sıradan insanlar evlenip çocuk sahibi olurlar. Çünkü ihtivası birkaç çocuğa sahip olmaktan öteye gitmez. Ama ülke kuran, devran değiştiren adamların hepsine bak. Çoğunun öz evladı yoktur. Çünkü bu tür insanlar, bir toplumu kendilerine evlat edinmeyi yeğlemişlerdir. Hayatlarını, babalık ettikleri kitleler için harcarlar." 

Bu haftaki yazım oldukça kişisel. 17 Haziran 2018’de aniden ve çok erken kaybettiğimiz hocamız, canımız İskender Savaşır’a dair; çünkü, bugün onun doğum günü (1 Kasım 1955). ‘İskender Savaşır’ ve ‘aile babası’ üzerinden bir metafor kurmaya ve dolaylı da olsa iyi babalık üzerine bir şeyler söylemeye çalışacağım.

TDK’nın ilk baba tanımı; “çocuğu olan erkek”. Ve fakat yalnızca çocuğu olan kişiye mi baba denir? Bir ülkeye veya bir topluluğa yararlı olmuş kimse olarak da tanımlıyor TDK baba kelimesini. Diğer bir tanım ise koruyucu, babalık duyguları ile dolu kimse. Babalık etmek ise baba gibi davranmak, iyilik etmek, büyüklük etmek olarak tanımlanmış. İskender Savaşır da hem benim için hem de toplumumuz için tam da girişteki alıntıda işaret edildiği gibi bir aile babasıydı, toplumu kendisine evlat edinen.

2010’da psikoterapistim olarak, hayatımda en özel yerlerden birini doldurarak başladı onunla hikâyemiz. Çok zaman geçmeden, 2011’de, epeydir heves ettiğimiz, kurmak için sabırsızlandığımız- bir psikoterapi merkezinin (Moira) kuruluşu konusunda bizi (Şamil Saribaş – Elvan Şafak – Cengiz İpek) harekete geçirdi. Kısa bir süre sonra da merkezin süpervizörü, eğitmeni, terapisti ve daha birçok rolünü üstlenerek, bir röportajında da söylediği gibi, Moira için söylediği “parçası olmak istiyorum” durumunu en hakiki haliyle yaşamıştı. Baştan itibaren tüm yapıp ettikleriyle Moira’nın parçası değil, kendisi oldu ve bizleri de daha bir kendimiz yaptı.

Moira’nın Adapazarı’nda olması sebebiyle her hafta –bir kez dahi şikâyetçi olduğuna şahit olmadık- gerek eğitimler, grup çalışmaları gerekse de takip ettiği psikoterapi danışanları için Adapazarı’na geldi. Her gelişini A.Ş.A (Allaha Şükür Adapazarı) diyerek bayram sevinci halinde yaşadı ve bizlere de bu bayramı yaşattı.

Ruhsal açıdan bebeğin ilk ek gıdasının baba olduğu vurgulanır kimi yazarlarca. Bizim de terapist olma ve büyüme yolculuğumuzda ilk ek gıdamız İskender Savaşır oldu. Ne yaptın bu dünyada diye sorarlarsa “evlat büyüttüm” derler ya. İskender hoca da bizi büyüttü.

Her anne baba bir hocadır ama her hoca anne baba değildir, olamaz. İskender Savaşır ise, bir bebeğin büyümeye, emeklemeye, yürümeye geçişlerindeki gibi müthiş bir eşlik sundu bizlere. Her şeyin bir zamanı olduğunu ısrarla vurgulayarak kişisel ve mesleki yaşamlarımızdaki yolculuğumuzda bizim için her zaman bir denge unsuru oldu.

Psikoterapi için “hiç terapi görmüş ile görmemiş bir olur mu?” derdi espri ile. Ben de hiç İskender Savaşır ile karşılaşmış olmak ile karşılaşmamış olmak bir olur mu diyerek onun bizde yarattığı dönüşümü, sağladığı besleyici, dönüştürücü kucağı gösterebilirim.

Yaptığı her işten müthiş haz alırdı. Belki de sadece haz aldığı şeyleri yapmayı tercih ederdi. Eğitim, söyleşi, seminer, psikoterapi, yemek, eğlence, buluşmalar ve dahası. Her şeyi bir şölene çevirmeyi severdi. Güzel yaşamayı seçmişti. Çalışmak ibadettir diyerek çalışmayı özendirirdi. Söylenmeyi hiç sevmezdi. Tüm yaptıklarıyla bizi harika bir yolculuğa, büyüme yolculuğuna davet etmişti adeta.

Hatta bir süpervizyon buluşmamızda kendisine “hocam, son günlerde daha bir büyüdüğümü hissediyorum” demiştim. Bu büyümenin gerçekleşebilmesi için de müthiş bir alan/kucak açtı bizlere İskender hoca. İçinde yuvalanma, oyalanma, oynama, öğrenme ve büyüme imkânı bulduk. Kapsayıcılık, tutma, yeşertme belki de onun en özel tarafıydı. Varlığı tek başına özel bir sera gibiydi ya da Batuhan Saç’ın ifade ettiği gibi “sınırlarında yaşayanları yeşerten bir ülke”ydi o.

Özel sera derken her mevsimden her bölgeden ürünler yetişebilirdi bu serada. Öyle ki yerinde durmazdı o. İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Mardin, Adapazarı ama en çok Adapazarı. Her yerde bir şeyler yapardı, yapmak isterdi. Yaparken de aşkla yapardı, hayran olurdunuz. Sonra farklı yerlerdeki farklı grup katılımcılarını bir vesile ile buluşturup, kaynaşmasını sağlardı. Tıpkı bir aile buluşması, akraba ziyareti gibi olurdu. Planları hiç bitmezdi ve hala da bitmiş olduğunu sanmıyorum.

Öğretmek, hocalık, yol göstermek belki de onun yaşam biçimi, varlık nedeni gibiydi. Hastalığını öğrendiğimiz gün sohbet sırasında şöyle demişti “ee hocanız değil miyim, size nasıl ölüneceğini de göstericem” demişti. Ve gösterdi de.

İlgi alanları ve seminerler sırasında gelen sorulara müthiş ilgisi ve sonrası için öğrenme aşkı da inanılmazdı. Hastalığını öğrenmemiz sonrası başlayan seyahat kısıtlılığına da hep karşı çıkmış olsa da video seminerlere başlamıştı. Bir seminer sırasında Emevilerle ilgili bir soru gelmiş ve bu konuda İngilizce kaynak sınırlılığı nedeniyle pek bir şey söyleyemeyeceğini ancak emeklilik dönemimde Arapça öğreneceğini sonrasında bu konuda daha fazla paylaşımda bulunabileceğini söyleyerek öğrenme ve öğretme aşkıyla bir kez daha hayran bırakmıştı bizleri.

Baba olmak; refleks gerektirir, zordur, kolaydır.
Önemlidir, fedakârlık gerektirir, dâhil olmaktır, paylaşmaktır.
Öğretmektir, kabul etmektir, ben hallederim demektir, korkma demektir.
‘Olur böyle şeyler’ diyerek rahatlatmaktır.
İskender Savaşır demek baba olmak ve aile babası demektir.

Bize, bu süper babayı her zaman hazır kılan hocamızın kıymetlisi, biriciğimiz, sevgili İştar Gözaydın’a teşekkür ve sevgilerimle, iyi ki doğdun İskender Savaşır.


Şamil Saribaş, Aile ve Çift Terapisti

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.