Gerilmek günlük hâlimiz mi oldu?
Sabah alarmını üçüncü kez erteliyoruz. Kalksak da kalkamasak da gün ve günün tüm stresi çoktan üstümüze çullanmış gibi. Dişlerimiz sıkılı, çenemiz gergin; geceden kalma bir savaşın sabaha uzamış sessiz izleri. Kahvemizi içerken hâlâ bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz ama nereye, ne zaman, nasıl yetişeceğimizi de pek bilmiyoruz. İçimizde tuhaf bir daralma, boynumuzda belki sırtımızda tanıdık bir ağırlık. Stres artık tek seferlik bir durum değil, hayatımızın bir parçası haline geldi sanki. Gün içinde yaşadığımız gerginlikler, gelip geçici bir misafir gibi değil; adeta evimizde kalıcı yaşayan biri gibi oldu.
Nedir bu stres, neden bu kadar yaygınlaştı?
Stres, en temelde kaynaklarımızı zorlayan, kapasitemizi aşan ya da öyle hissettiren içsel ve dışsal talepler karşısında yaşadığımız bir sıkışma hâli. Bedenimizin, zihin ve duygularımızın “bu bana fazla geliyor” deme biçimi. Eskiden tehdit dışarıdan gelirdi; bir tehlike, bir yoksunluk, somut bir durum... Şimdi tehdit daha çok içeriden yükseliyor: “Yetişmeliyim, başarılı olmalıyım, yeterli olmalıyım, hata yapmamalıyım...” Bu iç ses, dış dünya ile birleşince tablo daha da ağırlaşıyor.
Modern hayat bizi sürekli bir şey olmaya, bir yere varmaya, birilerini geçmeye ya da bir listeyi tamamlamaya zorluyor. Hız, belirsizlik ve performans baskısı artık sadece iş yerinde değil; okulda, sosyal medyada, hatta evde bile peşimizi bırakmıyor.
Dinlenmek bile artık bir başarı meselesi gibi: “Gerçekten dinlendin mi, yoksa sadece ekran mı izledin?” E böyle olunca da stres de geçici bir hâl değil, neredeyse kronik bir eşlikçiye dönüşüyor. Yanımızdan hiç ayrılmayan, bazen yüksek sesle, bazen fısıltıyla bizimle konuşan bir iç basınç gibi.
Stresimiz bize ne söylüyor olabilir?
Stres, sadece bugünkü koşulların sonucu değil; bazen geçmişten gelen, hatırlamadığımız ama bedenimizin ve ruhumuzun bildiği deneyimlerin yankısı da olabilir. Stres çoğu zaman bastırılmış kaygıların, çözülememiş iç çatışmaların ve simgesel tehditlerin gün yüzüne çıkma hâlidir diyebiliriz. Yani yalnızca bugünkü iş yetiştirme vb. performans kaygıları derdimiz değil, çocukken hissettiğimiz “yetersizlik”, “görülmeme” ya da “yalnız kalırsam ne olur?” korkuları da işin içindedir.
Dünyaya gözlerimizi açtığımızda, ilk bakım verenle kurduğumuz ilişkide; ihtiyaçlarımızın zamanında fark edilip edilememesi, çevrenin yeterince tahmin edilebilir ve düzenli olup olmaması gibi değişkenler stresle baş etme kapasitemizin temelini oluşturur. Kabaca bebek yaşadığı kaosu anneye bırakır ve onun bu etkileşim sırasındaki tepkileri, bebeğin gelecekteki karşılaşacağı stres anındaki tepkilerinin kaynağını oluşturur.
Winnicott bu süreci “yeterince iyi” bir annenin varlığıyla açıklar: her şeyin mükemmel olması gerekmez; ama duygularımızı taşıyacak, bizimle kalabilecek bir zihne ihtiyaç duyarız. O zihne erken dönemde sahip olabildiysek, yetişkinlikte stresin dili bize daha az korkutucu gelebilir. Olmadıysa, en ufak bir aksama bile ruhsallığımızda içsel bir dağılmaya yol açabilir.
Bugün ofiste yaşadığımız bir çatışma, aslında çocuklukta yaşadığımız bir yalnız bırakılma hissini tetikliyor olabilir. İşin büyüklüğü değil; ruhun, onu neyle eşleştirdiği belirleyici.
Sabah toplantısına geç kaldığımızda sadece “yetişemedim” diye sinirlenmiyoruz; derinlerde bir yerde, belki de “yine hayal kırıklığı yarattım” duygumuz tetikleniyor. O toplantı, bazen çocukken geciken bir ebeveynin hayal kırıklığını telafi etmeye çalıştığımız sahnenin bugün yeniden yaşantılanması olabilir.
Stres bize ne yapıyor?
Stres sadece zihinsel bir deneyim değil, bedenimizde de güçlü etkiler yaratır. Kaslarımız gerilir, özellikle boyun, sırt ve çenede ağrılar başlar. Diş sıkmak, baş ağrıları ve çene kilitlenmeleri en sık görülenleri. Mide bulantısı, hazımsızlık ve sindirim sorunları da stresin yaygın yansımalarındandır. Uyku problemleri, gece boyunca zihnin rahat edememesiyle başlar; akabinde sabah yorgun uyanmak kaçınılmaz olur.
Stres kalp çarpıntısı, nefes darlığı gibi tepkilerle bedenimizi tetikte tutar. Zihinsel olarak ise dikkat dağılır, küçük ayrıntılar büyür, sinirlilik ve duygusal patlamalar artar. Cilt problemleri, baş dönmesi ya da ani tansiyon değişiklikleri gibi bedenin farklı bölgelerinde kendini gösterir. Tüm bu tepkiler, bedenimizin bize “Dengeyi kaybettik, durmamız gerekiyor” mesajıdır. Onları görmezden gelmek, sorunu daha da büyütür. Özetle; ruhsallığımız bastırıldıkça bedenimiz aracılığıyla konuşur bizimle.
Ne yapabilirim?
Stresle karşılaştığımızda önce durup derin bir nefes almak çok değerli. Basit ama etkili: birkaç derin nefes, bedenimizi anında gevşetir, zihnimizi sakinleştirir. Kısa bir doğa yürüyüşü, parkta oturmak ya da ağaçların arasında birkaç dakika geçirmek de gerginliği azaltır. Bu küçük molalar, uzaklaşmalar günlük stresin anlık yükünü hafifletebilir.
Ancak stresle başa çıkmak sadece kısa rahatlamalarla mümkün değildir. Uzun vadede “hayır” demeyi öğrenmek, sınırlar koymak ve kendimize zaman ayırmak çok önemli. Duygularımızı fark etmek ve onları yönetebilmek büyük bir güçtür. İşte bu noktada psikolojik destek devreye girer; profesyonel destekle stresin köküne inmek, içsel çatışmaları çözmek ve daha dirençli olmak mümkün olabilir.
Kısa molalar hayat kurtarır ancak kalıcı çözüm, kendimizi ve sınırlarımızı iyi tanımaktan geçer.
Kendimize nasıl alan açabiliriz?
Çoğumuz “hiçbir şey yapmama hakkım var” demeyi unuturuz. Oysa en büyük lüks bazen sadece var olmak, boş boş oturmak ya da gözlerimizi kapatıp birkaç derin nefes alma, becerebiliyorsak bir süre hiçbir şey yapmamaktır. Kendimize böyle izinler vermek, stresle başa çıkmanın ilk adımıdır.
Bu izinler rutin içinde kaybolmamalı, dinlenme ile üretkenlik arasında sağlıklı bir denge kurmayı öğrenmemiz gerekir. Sürekli hareket, sonunda yorgunluk getirir; hiç hareket etmemek ise tatmin etmez. Bu dengeyi zamanla ve farkındalıkla bulabiliriz. Destek istemek ise zayıflık değil, güçtür. Arkadaş, aile ya da profesyonel yardım almak, yükü paylaşmak ve kendimize alan açmak için en etkili yollardandır.
Gerilmeden de yaşamak mümkün
Stresle savaşmak zorunda değiliz; onunla barış içinde yaşamayı öğrenebiliriz. Çünkü stres hayatın doğal bir parçası ve tamamen yok etmek gerçekçi değil. Önemli olan, üzerimizde kurduğu baskıyı hafifletmek ve kontrolü ele almaktır.
Sakinlik sadece huzur değil, aynı zamanda içimizdeki gücün göstergesidir. Fırtınalar kopsa bile onlarla birlikte durabilmek, ayakta kalmak ve yolumuza devam edebilmek gerçek bir başarıdır.
Unutmayalım, stres bizi yıpratmak için değil, sınırlarımızı göstermek ve büyümemiz için gelir. Gerilmeden, bilinçli ve nazikçe yaşamak mümkün. Kendimize bu şansı vermek belki de en değerli hediyemiz olabilir.
Şamil Saribaş