İçim daraldı… Tansiyonum mu düştü, elim ayağım titriyor… Yüreğim ağzıma geldi, karnıma ağrılar giriyor… İçim sıkıldı, nefes alamıyorum gibi… Kötü bir şey olacakmış gibi hissediyorum… Kendimi huzursuz, yerinde duramayan bir halde buluyorum. Bazen kısaca sadece “anksiyetem tuttu” diyoruz. Kaygı hepimizin zaman zaman deneyimlediği, sınav öncesi, önemli bir toplantı ya da belirsizlik anlarında ortaya çıkan doğal ve sağlıklı bir duygudur. Ancak kontrol edilemez, yoğun ve sürekli hale geldiğinde, yaşam kalitesini düşüren bir duruma dönüşür. O zaman bu sesin bize ne söylediğini duymak gerekir.
Anksiyete, kişinin kendini tehdit altında hissettiğinde ortaya çıkan yoğun endişe ve huzursuzluk halidir. Zihinde belirsizlik, kontrol kaybı korkusu ve kötü senaryolar üretme şeklinde kendini gösterir. Fiziksel olarak ise kalp çarpıntısı, kas gerginliği, nefes darlığı, baş dönmesi, mide problemleri gibi belirtilerle eşlik edebilir. Bazen ortada gerçek bir tehdit olmasa da kişi, büyük bir tehlike varmış gibi alarm halindedir.
Günlük hayatımızda yapmak istediklerimizle yapmamız gerektiği söylenenler arasında gidip geliriz. Bu denge bozulduğunda anksiyete kendini gösterir. Çocukluktan beri içselleştirdiğimiz, anne babanın ve toplumun sesiyle birleşen bir iç sesimiz vardır. Bu ses – süperego – zamanla yargılayıcı bir otoriteye dönüşebilir. “Doğru mu yaptım?”, “Üzdüm mü?”, “Kötü biri miyim?”, “Haksızlık mı ettim?” gibi sorular zihnimizi meşgul edebilir. Bazen açık bir suçluluk duygusu olmadan da, içeriden gelen bu yargılayıcı ses nedeniyle sürekli bir tedirginlik yaşanabilir. Bu durum anksiyeteyi besler.
Özdemir Asaf’ın bu sözü, kişinin yaşadığı kayıp, hayal kırıklığı, travma ya da kimlik değişimi gibi derin ruhsal dönüşümleri anlatır. Anksiyete de bazen bu derinlikte yaşanabilir. Kendini hatırlatmak, bir şeylerin yolunda gitmediğini söylemek ister gibidir. Tıpkı asansörün fazla yükte alarm vermesi gibi, biz de “bu bana ağır geliyor” diye sinyal veririz. Anksiyetenin bu bilinçdışı yönlerini görmek için “Takva” (2006) filmi dikkat çekicidir. Erkan Can’ın canlandırdığı Muharrem, dışsal olarak kurallara uyan ama içsel olarak bastırdığı arzularla çatışan bir karakterdir. Film, kaygının sadece dışsal değil, içsel çatışmalardan da kaynaklanabileceğini gösterir.
• Sürekli bir endişe hali içinde misiniz?
• Geleceğe dair kötü senaryolardan kendinizi alıkoyamıyor musunuz?
• Fiziksel belirtiler yaşıyor musunuz – kalp çarpıntısı, nefes darlığı, mide sorunları?
• Günlük işlerinizde ertelemeler yapıyor ya da sosyal ortamlardan kaçınıyor musunuz?
Eğer bu sorulara sıkça “evet” diyorsanız, kaygı hayatınızda etkili olabilir ve destek almak iyi bir seçenek olabilir.
Zihni tamamen susturmak değil, onunla dostluk kurmak, ne söylediğini duymak ve yavaşlatmak mümkün. Kaygı düşman değil; bir işarettir. Neler yapabiliriz: • Psikolojik destek ile anksiyetenin kökenini anlamak.
• Yaşam düzenimizi gözden geçirmek, bize kaygı veren durumları fark etmek.
• Rutin oluşturmak, spor yapmak, sanatla uğraşmak.
• Stoacı bakış açısını keşfetmek.
• Farkındalık ve nefes çalışmalarıyla anı yaşamak.
Kaygı, bazen yalnızca “kötü bir şey olacak” korkusu değil, içeriden gelen bir “değiştir” çağrısıdır. Zihni susturmak mümkün değilse bile, onu sakinleştirmek ve anlamak mümkün. Kaygı hayatınızda fazlaysa, yalnız olmadığınızı bilin. Destek almak bir güç göstergesidir. İyi hissetmek mümkündür.
Şamil Saribaş
*Not: Bu yazı, Instagram’daki “Ne Kadar Kaygılısın?” testimizin ardından gelen sorular doğrultusunda hazırlanmıştır. Testi henüz çözmediysen, Instagram sayfamızdaki postu ziyaret edebilirsin.