1 dakika okundu
21 Aug
21Aug

Yaşamın anlamı konusunda da birçok görüş bulabilir ve nasıl yaşanacağı, yaşanması gerektiği konusunda da binlerce referans bulabiliriz. Yabancılaşmada yaşanan henüz doğru anahtarın ya da ilacın bulunamayışından kaynaklı anlamsızlık ve sancı halidir. Yaşam önümüzden akıp gitmektedir, sistem bizi kendi yaşamımızın seyircisi haline getirmiştir. Yaptığımız her şey bize anlamsız görünür, hiçbir şey keyif vermez, yaşamımızı gri bulutlarla kaplı boşluk duygusu kaplar. Bu bizi depresyona da sürükleyebilir benliğimizi, kendimizi yitirmemize neden olacak ruhsal bir sürece de götürebilir. Dilini yitirmek gibidir. Anlayamamak, anlatamamak, anlam verememek sistemi durdurur, çalışmaz hale getirir ve yaşam akmaz, durur.

Kendine yabancılaşma

Yabancılaşma, kişinin topluma yabancılaşması sonucu oluşabilir ya da kişinin kendisine yabancılaşması sonucu oluşabilir. Geçmişte yabancılaşma bir akıl hastalığı sınıflaması olarak; kişinin kendini insan yapan değerlerden uzaklaşması ve kendi kendisinden kopması hali olarak tanımlanıyordu. Yabancılaşma; değersizlik, bıkkınlık, duyarsızlık ve kayıtsızlık duygularıyla kişiyi esir alıp; yaşamıyla kişi arasında bir uçurum oluşturur. Yaşamı ve eylemleri kişinin çok uzağında kalmıştır. Ulaşmaya çalışırsa düşecek ve yok olacaktır. Olduğu yerde kalırsa da mevcut yaşamında anlam ve eylem kalmamıştır. Orda da anlamsızlıktan yok olacaktır. Ne yapsa anlamsız ve tehlikeli gelir kişiye.

Sahil kasabasına yerleşince her şey çok güzel mi olacak?

Üzgünüm, hayır olmayacak. Belki bazılarımız için “sahil kasabası” güzelliğe açılan bir kapı olacaktır ancak sistemin sunduğu bir yanılsama olan “sahil kasabasına yerleşme fikri” hele ki şehir hayatındaki “işi gücü bırakıp sahil kasabasına yerleşme” fikri yüksek ihtimalle tam bir hayal kırıklığı olacaktır. Doğadan kopmuş insanın doğaya dönüşü, özlemi elbet güzel ancak “şehirde” sabah kahvaltıya vakti olmayan, vakti olsa dermanı olmayan şehir insanının, fırsatını bulduğu ilk izin gününde gitmeyi tercih ettiği; hangi köyün olduğu bilinmeyen sonsuz çeşitli köy kahvaltısında ilk iş olarak “kahvaltının, mutlulukla ilgisi olmalı” diyerek sosyal medya paylaşımını yaptığını hatırlayalım. Çayından bir yudum almadan, paylaşılacak kare bozulmasın diye zeytinyağına, yumurtasına banmadan yaşayan bir birey sizce hangi sahil kasabasında “mutlu” olur?

Yaşam, yaşamımızın sorumluluğunu aldığımızda, yaşamın anlamsızlığını kabul edip ona anlamlar bulmaya çabaladığımızda, sorumluluk aldığımızda, sorumluluklarımızın peşinden gittiğimizde anlamlı hale gelecek. Özgürleşmenin sorumluluğunu hissettiğimizde ve ancak bu uğurda bir şeyler yaptığımızda mutlu hissedebiliriz.

Bireyselleşmek ya da makineleşmek

Her ikisinin de bedeli günümüz dünyasında çok ağır. Birini diğerine tercih etmeye karar vermek bile lüks hale gelmiş durumda. Bireyselleşmeyi seçtiğinizde sistemi karşınızda bulup, yalnızlaşma ve sonucunda yabancılaşma olgusu ile karşı karşıya geliyorsunuz. Düşünmemeyi, sürüye katılmayı, sisteme ayak uydurmayı, makineleşmeyi seçtiğinizde de yaşadığınızın sizin yaşamınız olmadığınızı anlamakta gecikmeyerek belki de daha kısa bir sürede yabancılaşmanın eşiğine geliyorsunuz. Kendine yabancılaşmakla topluma yabancılaşmak arasında bir seçim yapmak gibi sanki. Hangisini seçersek seçelim kazanamadığımız, kaybettiğimiz bir oyun. Oyunun kurallarını öğrenirsek yeni bir yol, yeni bir seçeneği kendimiz oluşturabiliriz. Çözüm kendini tanımakta.

Kendini gerçekleştiremeyen insan kendine yabancılaşır

Yabancılaşma insan olmanın, birey olmanın bir bedeli. İnsan olmanın sorumluluğunu aldığımızda çıkacağımız yol kendimizi tanıma ve varoluşumuzu gerçekleştirme yolculuğu olacaktır. Birey olabilmek için, ben diyebilmek için önce kendimizi kaybetmemiz gerek. Neyi kaybettiğimizi bilirsek neye ihtiyacımız olduğunu da bilebiliriz. Yabancılaşma bizi bizden, yaşamımızdan, eylemlerimizden, anlamlarından uzaklaştırır ve doğaya döndürür. Sonrasındaysa şanslıysak eğri oturup doğru düşünüp, gerçekten ihtiyacımız olanları değerlendirip yeniden kendimize, kendi yaşamımıza dönebiliriz. Bu bağlamda yabancılaşma kendimizi gerçekleştirme yolunda bir fırsattır.

Çözüm, kendini yeniden doğurmakla mümkün

Kendini yeniden doğurmak ise kendini tanımakla mümkündür. İçe dönüş yolculuğunu başlatmak bu sürecin ilk adımıdır. Kendini gerçekçi değerlendirmek, yeteneklerinin, ihtiyaçlarının, imkânlarının farkına varmak gerekir. Yaşamdan beklentilerini gözden geçirerek ne kadarını gerçekten istediğine ve özgür iradesiyle istediğine yeniden bakıp yola öyle devam etmeli. Tüm bu süreçlerde kaygı, korku ve arzularımızla başa çıkmak, onları sağlıklı anlamlandırabilmek ve yaşamımızda dönüştürücü bir güç haline getirebilmek için psikoterapi de tercih edebileceğimiz sağlıklı yollardan biridir.

 

Psikoterapist Şamil Saribaş
Aile ve Çift Terapisti



Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.